Bu acıyı anlatabilmek, kelimelere dökebilmek zor olsa da, toplumsal sorumluluklarımızı hatırlatmak hepimizin görevi..
İki yaşındaki çocuğunun biberonuna nedeni her ne olursa olsun tiner koyup öldüren anneyi de yazmayacağım..
Özdemir Asaf’ın o dokunaklı dizeleri kulaklarımızda yankılanıyor: “Çokça yağmur yağsa, temizlenir mi şu kirli dünya?” İzmir’de yaşanan acı olayda beş küçük çocuğumuzu kaybettik. Bir ihmalkarlık, bir unutulmuşluk, ve koskoca dünyada beş masum can, dumandan zehirlenerek hayata veda etti. Bu dünyaya gözlerini masumca açmış o çocuklar, hayatlarının daha başındayken bu acı sonla karşılaştılar.
Bu trajik olayın bir başka boyutu da baba figürünün yokluğuydu. Baba, cezaevinde, çocuklarının yanında değildi. Belki onların hayatında büyük bir eksiklikti, belki de annenin omuzlarına çok daha fazla yük bindirmişti. Bu acı kayıptan sonra da, o baba şimdi cezaevinde olmanın ağırlığına bir de evlatlarını kaybetmiş olmanın tarifsiz acısını ekliyor. Çocuklarının son anında orada olamamak, onlara el uzatamamak… Cezaevi duvarlarının arkasında, çaresizliğin en derinini yaşadığına hiç kuşku yok.
Ve o acılı anne… Beş çocuğu için hem annelik hem babalık yapmaya çalışırken, böylesine bir kaybı yaşamak, taşıyabileceği en ağır yük. Belki yıllarca güçlü durmaya çalıştı, çocuklarını korumak ve onlara iyi bir gelecek sunmak için elinden geleni yaptı. Fakat hayatın beklenmedik bir anında, böylesine büyük bir kayıpla baş başa kaldı. Artık onun evinde sessiz bir ağıt var; çocuklarının neşesi, kahkahaları yerini derin bir sessizliğe bıraktı.
İmamın cenazede helallik istememesi de bu olayın başka bir acı gerçeğiydi. Çünkü o çocuklar tertemizdi, günahsızdı. Hayatları boyunca günah işleyecek bir fırsat bile bulamamışlardı. Belki o helallik, geride kalan bizlere daha çok lazımdı. O çocukların masumiyetiyle bu dünya bir kez daha yüzleşti. Ama bu trajedide, asıl kirli olan, onların hayatını kaybetmesine neden olan bu ihmaller zinciriydi.
Ve Komşular.. yıllardır yan yana yaşadıkları bu aileye belki zaman zaman destek oldular, belki de onların zorluklarına sadece sessiz bir tanık oldular. Belki de her şey, bu kadar kötüye gitmeden önce bir ses duydular ama “başka zaman bakarım” diye düşündüler. İşte bu olay bize, komşuluğun sadece kapı komşusu olmakla bitmediğini hatırlatıyor. Birbirimize duyduğumuz sorumluluğu göz ardı etmenin, ihmalin nelere mal olabileceğini gösteriyor.
Bu trajedinin ardından birçok komşunun içi buruk. “Keşke fark etseydim” diyenler, “yardım edebilseydim” diye içi yananlar var. Çünkü bazen bir bakış, bir destek eli, belki de o çocuklar için bambaşka bir yol açabilirdi. Komşuların bu sessiz tanıklığı, mahalle kültürünün, dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Komşular sadece acıyı paylaşan değil, aynı zamanda bir şeyleri değiştirebilecek güce sahip olan insanlardır. Bu olay bize, yan komşumuzun, mahallemizdeki çocukların, yalnız kalmış ailelerin her birinin aslında bizim sorumluluğumuzda olduğunu gösteriyor. Kendi hayatlarımızın koşturmacasında gözden kaçırdıklarımızı, belki de dönüp daha dikkatli bakmamız gerektiğini hatırlatıyor. Komşuluk, sadece kötü günlerde başsağlığı dilemek değil, aynı zamanda birbirimize göz kulak olmak değil midir?
Bu olay, sadece bir ailenin değil, toplum olarak hepimizin vicdanında bir yara açmalı. Çocuklarımızın güvenliğini sağlayamadığımız, ihmalin bedelini onların ödemek zorunda kaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Yağmur yağsa bile, bu kir sadece toprağı yıkıyor; gerçek temizlik ise ancak bizim sorumluluk alarak, ihmalkarlıkları ortadan kaldırarak mümkün olabilir.
Bu kayıplar bize ders olmalı. Eğer başka anneler, babalar aynı acıyı yaşamasın istiyorsak, bu kirli dünyayı temizlemek için önce kendi ihmallerimizden ve hatalarımızdan başlayarak bir adım atmalıyız. Çünkü bu dünya, ancak çocuklar için güvenli bir yer olduğunda gerçekten temizlenmiş sayılır.