ABD ve İsrail için İran uzun süredir kolay bir mesele. Gerektiğinde kullanabilecekleri bir piyon gibi değerlendiriliyor. Bu bahaneyle bölgeye asker ve mühimmat yığmaları kimse için sürpriz değil artık. Ancak asıl büyük meseleyi, onlar da çok iyi biliyor: Türkiye.
İran üzerinden yürütülen bu oyun planında nihai hedefin Türkiye olduğunu görmek için stratejist olmaya gerek yok. Bizim için de bu denklemde, bu iki güç ve onların arkasındaki müttefikleriyle bir noktada karşı karşıya gelmek kaçınılmaz görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanımızla ilgili ifadeleri bir kez daha gündeme geldi. Aslında bu sözleri ilk kez duymuyoruz. Ancak doğrusu, sevindiğimi de söyleyemem. Bu açıklamalar kafamda yeni sorular doğurdu.
Trump, ‘Suriye’yi senin aldığını biliyoruz, saklamanda sakınca yok’ demiş. Cumhurbaşkanımız da ‘Olabilir’ cevabını vermiş. Bu ifade gösteriyor ki, Suriye’deki gelişmeler ABD’nin bilgisi dışında, hatta itirazına rağmen gerçekleşmiş olabilir. Trump gibi ticari yönü ağır basan bir siyasetçinin, Suriye’de artık sadece çıkarlarını koruma peşinde olduğunu anlamak zor değil.
Netanyahu’nun saldırgan politikaları, durmaksızın devam eden savaşları ve pervasız açıklamaları Trump’a bile ters gelmeye başlamış. ABD’nin her yıl yaptığı yüklü yardımları açıkça sorgulaması, İsrail’e yönelik yaklaşımda da bir dönüşümün işareti olabilir.
Netanyahu’nun alelacele ABD’ye giderek Türkiye-Suriye hattındaki gelişmeleri şikâyet ettiğini düşünüyorum. Nitekim Trump, ‘Seni dinledim, Erdoğan’la aram iyi. Bu meseleyi çözebilirim ama sen de makul davran.’ dedi.
Bazılarının dile getirdiği gibi, bugün İsrail ile sınır komşusu sayılırız. Suriye topraklarında yaşanan her gelişme, doğrudan bizi ilgilendiriyor. İsrail’in attığı her adımın, dolaylı değil doğrudan Türkiye’yi hedef aldığını bilmek zorundayız.
Öte yandan, terör örgütlerinin sonu yaklaştı. Dış desteklerinin kesilmesiyle birlikte, nefes alamaz hale gelecekler. Devletimiz, bu meselenin kansız ve toplumsal fayda gözetilerek çözülmesini istiyor. Şefkat eliyle çözüm yolları arıyor. Bu, kararlılıkla yürütülen bir irade meselesidir.
Ama sahadaki üstünlüğümüz bile bizim için avantaj gibi görünse de bu güç, bize karşı kullanılmaya çalışılabilir. Talepler artacak, taviz istenecek. Eğer bunlara karşı direnirsek, ekonomik kriz, sokak olayları ve çeşitli karalama kampanyalarıyla karşı karşıya kalmamız sürpriz olmaz. Zaten bu tür sinyaller gelmeye başladı.
Türkiye’de kaos çıkarma arayışında olanlar, ABD ve İsrail karşıtı gibi görünse de özünde aynı güçlere hizmet ediyor olabilirler. Yerli ve milli ürünleri boykot etmeleri, sokakları karıştırmaya yönelik provokasyonlar, giderek sertleşen söylemleri bu niyetin göstergesi. Onları halkın geçimi, ülkenin istikrarı ya da milletin huzuru ilgilendirmiyor.
Devletimiz “iç cepheyi güçlü tutalım” dedikçe bu çevrelerin kargaşa çıkarma çabası artıyor. Ve bu durum, dış politikada elimizi zayıflatıyor. Maalesef terör örgütlerinin bile veremediği zararı, içerideki fitne odakları veriyor.
Bu sürecin ne zaman son bulacağını biz değil, ne yazık ki sahadaki gelişmeler belirleyecek.
Rabbim devletimize ve milletimize zeval vermesin. Birliğimize ve dirliğimize kastedenleri hüsrana uğratsın.