Bir zamanlar şöyle cümleler kurardık:
“Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu ülkede bu da mı olurmuş?”
Ne hazindir ki artık bu cümlenin bir hükmü kalmadı. Hatta son kullanma tarihi geçmiş, adeta masalsı bir ifadeye dönüşmüş durumda.
⸻
1980’ler, 90’lar… Baskıların, yasakların yoğun olduğu yıllarda din, iman deyince; Allah korkusunu hatırlatan bir söz duyulunca insanlar hemen kendilerine çeki düzen verirdi. Hiçbir siyasetçi çıkıp da “İktidara gelirsek rakıyı ucuzlatacağım” diyemezdi. Böyle bir cümle eden, bırakın iktidarı, belediye seçiminde bile adını unuttururdu.
Kimse Diyanet’in fetvalarını itibarsızlaştırmaya cesaret edemezdi. Halk, inancıyla ters düşen partilere oy vermemekle övünürdü.
Konu elbette siyaset değil. Konu, değerlerimizle birlikte nasıl dibe savrulduğumuz…
⸻
Kıtlıktan çıkmış gibi günaha saldırdık.
Her türlü pisliğe bulaşacak kadar cesur, her ahlaksızlığa alışacak kadar da kör olduk.
Zamanı okumaya çalıştık ama simsiyahlaşmış kalplerimizle…
Duyduklarımızı, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı normalleştirdik.
⸻
Birbirimize etiketler yapıştırdık: Ateist, deist, dindar, az dindar, sofi, cemaatçi, cami cemaati, mürid, şakird, mezhepsiz, sünnetsiz…
Partiler adeta dinin yerine geçti.
İslam’ı savunduğumuz kadar partimizi savunduk.
Geçmişte İslam’a doğrudan saldıramayanlar, bugün siyaset kılıfıyla dinin bütün temel ilkelerine hakaret eder oldu.
Faiz, içki, başörtüsü, nikâh gibi mevzular sanki sadece muhafazakâr partilerin gündemindeymiş gibi sunuldu. Böylece dini değerler, siyasal kutuplaşmaların gölgesinde basitleşti.
⸻
Ve bir dönem…
Adeta yedi başlı bir canavar gibi sinsice büyüyen FETÖ’nün zehirli kolları, çaresiz kalmış nice insanımızı sardı.
Kime, neye hizmet edildiği sorgulanmadan, çalınan sorularla göreve gelen çocuklar için şükür secdeleri yapıldı.
Başörtüsü “teferruat”, namaz “ikinci planda”, bağışlar ve beyinler yurt dışına endeksli hale getirildi.
Dinler arası diyalog safsatalarıyla inançlarımız sulandırıldı.
⸻
Yine de halk eline geçen fırsatı kullandı. Geçim derdi ağır bastı, yokluklar halkı çaresiz bıraktı.
Dini kaygılar değil, karın doyurma telaşı sandığa yönlendirdi insanları.
İktidar değişti, yeni umutlar doğdu.
Ama herkes aynı idealin peşinde değildi.
⸻
Reis’in rüzgârıyla makam sahibi olanların bir kısmında büyük değişimler yaşandı.
Rüşvet, torpil, yolsuzluk sıradanlaştı.
Her seçim döneminde temizlik yapılsa da insanın özü değişmişti bir kere…
⸻
Eğitim sisteminde müfredat değişti.
Ama o müfredatı uygulayacak “adam” yetişmemişti.
Öğretmenler, akademisyenler maaşını, ek dersini düşünmekten eğitim idealini unuttu.
Particilik sarhoşluğu onları da vurdu.
Gençlere ulaşmak için devlet yurtlarında özel müdürlükler kuruldu. Güzel işler yapıldı, fakat uzun ömürlü olmadı.
Yurtlar da devletin hantallaşan yapısına kurban gitti.
⸻
Ortaokullarda zina ve uyuşturucu konuşuluyor artık.
Öğretmenler, öğrencilerinin içinde bulunduğu durumu görmezden geliyor.
Üniversitelerdeki ahlaki tabloyu anlatmaya ben bile haya ediyorum.
Diploması olan milyonlarca gençten belki yüzde beşi bile ne devletle ne ecdadıyla ne de dinle barışık…
Bu gidişle 5-10 yıl sonra muhafazakâr partiler iktidarı sadece rüyasında görecek.
⸻
Aileler dağıldı.
Sevgi, saygı, sorumluluk yerle bir oldu.
Maneviyat, meslek ve bilgi eksikliği içinde büyüyen çocuklar, anne babalarının sözünü bile dinlemiyor.
⸻
Bugün hâlâ “yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde…” diye başlayan bir cümleyi kuracak babayiğit varsa buyursun, sahne onun.
Ben buradan sadece şunu diyeyim:
Bu tablo en çok İsrail’in, ABD’nin, AB’nin ve diğer düşmanlarımızın işine yarıyor.
Gerisini siz anlayın…