Ramazan ayı… Müslümanların sadece açlıkla sınandığı bir ay değil, aynı zamanda gönüllerini, ellerini ve sofralarını ne kadar açabildiklerinin de ölçüldüğü bir zaman dilimi. İftar sofralarının kurulduğu, duaların semaya yükseldiği, ihtiyaç sahiplerinin hatırlandığı, yani paylaşmanın tam anlamıyla yaşandığı bir iklim…
Manevi atmosfer yüksek. Türkiye’nin dördüncü büyük camisi Abdülhamid Han‘ın avlusunda başkan Görgel’i dinliyoruz. Bu yıl Kahramanmaraş’ta Ramazan iklimi bambaşka bir ruhla yaşanacak gibi görünüyor. Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı programlar, şehirde sadece kültürel ve sosyal bir hareketlilik yaratmayacak, aynı zamanda dayanışma ruhunu daha da güçlendirecek. “Kahramanmaraş’ta Ramazan Neşesi” mottosu ile yapılan etkinlikler, bir kentin ruhunu nasıl diri tutabileceğini gösteren kıymetli bir çaba.
Ama asıl mesele, bu neşenin sadece etkinliklerle değil, yardımlaşmayla, komşuluk hukukuyla, paylaşmanın en güzel haliyle yaşanabilmesi… Çünkü Ramazan, sadece iftar çadırlarında bir araya gelmek değil; bir yetimin başını okşamak, bir yaşlının hayır duasını almak, belki de hiç tanımadığımız bir kapıya elimizden geleni bırakabilmek demek.
Kahramanmaraş, çok büyük bir felaketin yaralarını sarma mücadelesi veriyor. O yüzden burada Ramazan ayı, sıradan bir oruç ayı değil; yeniden inşanın, birlikteliğin ve kardeşliğin ne kadar güçlü olduğunu gösterme zamanı. Başkan Fırat Görgel’in, “Bu şehri el birliğiyle ayağa kaldıracağız” sözleri, aslında hepimize yüklenen bir sorumluluğun ifadesi. Evet, devlet büyük destekler veriyor. Belediyeler, STK’lar projeler üretiyor. Ama şehirlerin ruhunu imar etmek, sadece fiziksel yapılarla değil, insanlar arasındaki bağı güçlendirmekle mümkün.
Bu yıl yapılan “Emekli Pazar Desteği” uygulaması, şehrin sosyal politikalarda ne kadar yenilikçi bir yaklaşım sergileyebileceğini gösteriyor. Yıllarca bu şehre emek vermiş, hayatın yükünü taşımış emeklilerimize az çok böyle bir destek sunulması, Ramazan’ın ruhuna yakışır bir adım. Tıpkı “Dermankart” ile binlerce ihtiyaç sahibine uzanan yardım eli gibi…
Bu tür projeler, sadece belediyenin değil, hepimizin dikkat kesilmesi gereken konular. Çünkü Ramazan, “bize düşen nedir?” diye sorma zamanıdır.
Bugün şehir meydanlarında, mahallelerde, ilçelerde iftar sofraları kuruluyor. On binlerce insan aynı sofrada buluşuyor. Ama Ramazan sadece kameralara güzel görüntüler veren büyük sofralarla mı yaşanır? Hayır. Ramazan, o büyük sofraların yanı sıra, yalnız yaşayan bir komşunun kapısını çalmaktır. Belki sessizce bir zarf bırakmak, belki de sadece “Nasılsınız, ihtiyacınız var mı?” diyebilmektir.
İhtiyaç sahiplerine ulaşmak sadece belediyenin değil, halkın da meselesi olmalıdır. Çünkü biz bu topraklarda “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturuyla büyüdük. Sofraların bereketi, sadece bol çeşit yemekle değil, paylaşılan lokmayla artar.
Başkan Görgel’in “Paylaşan Kahramanmaraş” vurgusu, aslında bir yönetim anlayışından çok, bir şehir kimliği önerisidir. Eğer biz bu şehri sadece fiziki olarak değil, ruhen de inşa etmek istiyorsak, paylaşmayı artırmak zorundayız.
Ve unutmayalım ki Ramazan, bir ay ile sınırlı bir ibadet değildir. Asıl olan, Ramazan’dan sonra da Ramazan gibi yaşayabilmektir. Çünkü bu ay, bize sadece oruç tutmayı değil, açlığın ne demek olduğunu, paylaşmanın nasıl bir huzur getirdiğini ve gerçek kazancın, başkalarının yüzündeki tebessüm olduğunu öğretir.
Öyleyse soralım. Bu Ramazan, biz neyi değiştireceğiz? Sadece aç kalıp iftar saatini mi bekleyeceğiz, yoksa bir hayatın ucundan tutacak mıyız? İşte asıl mesele bu…
Ramazan, açlığın sadece mideyle ilgili olmadığını, bir tas çorbanın içindeki bereket ile onu paylaşabilmektir. Asıl zenginlik, sofradaki bolluk değil, başkalarının sofrasına da bir lokma bırakabilmektir. Halife Harun Reşid’in anladığı gibi, “Tokken açları unutanlardan olmamak” en büyük imtihandır.
Belki de bu Ramazan, bizim de sokakta yürürken, bir kapıyı çalıp “Teyzeciğim, amcacığım, bir ihtiyacın var mı?” deme vaktimizdir…