Eleştiri yazısı yazmak, topluma ve muhataplarımıza bir ayna tutmaktır; bir hakaret ya da polemik davetiyesi değildir. Ancak maalesef, yazdığımız sözleri hemen bir çatışma malzemesi haline getirip “bak, hacı Ali köşesinde şöyle yazmış” diye karşı tarafa taşımaya çalışanlar her zaman olur. Bu yaklaşım ne eleştirinin asıl amacına hizmet eder ne de çözüme katkı sunar. Eleştiriyi anlamak, düşünmek ve tartışmak yerine sadece suçlayıcı bir araç olarak kullanmak, hem yazının etkisini hem de toplumdaki diyaloğu zedeler. Öyleyse, bir yazıyı aktarmadan önce niyetimizi sorgulayalım: Amacımız çözüm üretmek mi, yoksa kavgayı büyütmek mi?
“Suya sabuna dokunma” der büyüklerimiz bazen. Genellikle, başını belaya sokma, kimseyle uğraşma, huzuru kaçırma anlamında.. İlk duyduğunuzda ne kadar makul ve mantıklı geliyor, değil mi? Ancak bu sözün altına gizlenen bir ironi var: Peki ya kendi şahsi kirliliğimiz? Ya yaşadığımız dünyanın yükleri, kusurları? Suya sabuna dokunmadan nasıl temizleneceğiz?
Bugün hem bireysel hem toplumsal düzeyde, çoğumuz “don köle” misali hayatlarımızı sürdürüyoruz. Don köle, temsili olarak hiçbir işe karışmayan, sorumluluk üstlenmeyen, hep uzaktan izleyen ama dünyadaki tüm olumsuzluklardan şikayet eden kişileri temsil eder. Aramızda çok var.. Çoğu zaman bu tutum, başkalarının pisliğini görmezden gelerek kendi temizliğimizi yüceltme gayretine dönüşür. Ancak göz ardı edilen bir gerçek var: Suya ve sabuna dokunmadan hiçbir şey temizlenmez.
Her birimizin iç dünyasında, hayat yolculuğumuz boyunca biriken yükler var. Günahlar, hatalar, yanlış tercihler, söyleyemediklerimiz, yüzleşemediklerimiz… Tüm bunlar, bireysel kirlerimizdir. Peki, bu kirlerden arınmanın yolu nedir? İşte burada, su ve sabun metaforu ve halisane bir kalp devreye giriyor. Cesur bir hesaplaşma, öz eleştiri, hatalardan ders çıkarma ve doğruya yönelme… Yani, önce kendi kirimizi temizlemekle başlamalıyız. Temizlik zahmetlidir, ellerinizi sabuna bulamanız, ter dökmeniz gerekir. Ama sonuçta arınmış bir ruh ve berrak bir zihinle dünyaya bakarsınız.
Bir de içinde yaşadığımız dünyanın temizliği meselesi var. Gözümüzün önünde kirlenen nehirler, yok olan ormanlar, beton yığınlarıyla boğulan şehirler… Bunları düzeltmek için suya sabuna dokunmadan, yani harekete geçmeden bir çözüm beklemek mümkün mü? Çevremize kayıtsız kalmak, toplumsal sorunları görmezden gelmek, yalnızca kendi konfor alanımızı koruma çabasıdır. Oysa bizler, hem bireysel hem kolektif olarak bu dünyada iz bırakıyoruz. Temiz bir dünya bırakmak istiyorsak, elimizi taşın altına koymak zorundayız.
Bazıları için hiçbir şeye dokunmamak kolay bir kaçış yolu gibi görünebilir. Siyasetten uzak durur, toplumsal meselelerde taraf olmaz, hatta kendi hayatında bile önemli kararlar almayı erteler. Ancak don köleler, aslında en büyük sorumluluğu taşırlar: “Hiçbir şey yapmamanın bedeli.” Unutmayalım ki bir yerde bir yanlışlık, bir kötülük varsa ve siz susuyorsanız, siz de o kirin bir parçasısınız.
Son Söz
“Suya sabuna dokunma” diyenlere şöyle bir çağrıda bulunalım: Elimizi, ruhumuzu, düşüncelerimizi kirletecek kadar değil, temizleyecek kadar suya ve sabuna dokunalım. Çünkü kirlenmek bazen kaçınılmazdır ama temizlenmek tercihtir. Dünya ve kendi benliğimiz, bu tercihi yapmamızı bekliyor.
Haydi, don köle olmaktan vazgeçip, temizlik için kolları sıvama zamanı!
Cumamız mübarek olsun..