Biz de genç olduk, biz de üniversite okuduk…
Koskoca İstanbul’da babamdan para almadan okumanın zevkini anlatamam. Tabi kolay olmadı. Ama çok şeyler kazandık. Bizim nesil için bu çileler çok normaldi. Dört kişilik yurt odası altı kişiliğe çıkarıldığı için isyan eden bir gencin haberini gördüm. Nefes alamadığından, kalabalıktan, kokudan ve gürültüden şikayet ediyordu. Sayı değişmeyip kapasite artırılmasaydı ve o da yurtsuz kalsaydı, daha çok isyan edecekti. Gençlerde sürekli bir isyan hali. Farkında olalım ya da olmayalım aslında hepimiz bir nebze isyankarlardan olduk. Geldiğimiz yerleri, sıkıntıları, tahammülü ve sabrı çabuk unuttuk.
Daha önce de on yaşlarında bir çocukla babasının konuşmaları ilgimi çekmişti. Çocuk, ayağındaki marka spor ayakkabısını babasına gösteriyor ve aralarında şu konuşmalar geçiyordu;
- "Baba, bunun yenisini alalım."
- "Oğlum, evde bir tane daha var, onu giy."
- "Hep aynısını giymekten usandım, başka bir tane daha alalım."
- "Oğlum, biz çocukken bir tane lastik ayakkabımız olurdu, o da hiç eskimezdi, ayrıca çıkardığımızda burcu burcu kokardı."
- "Baba! senin dediğin elli yıl önceydi, noolur alalım."
Bir müddet daldım. O babayı bizim yaşıtlarımız çok iyi anlarlardı. Ama çocuğun yaşıtları ve gençler, bunu anlamakta çok zorlanacaklardı. Nitekim, üniversiteye başlamak için İstanbul'a ilk gittiğim yılda, çok zor şartlarda kaydımı yaptırdığım devlet yurdunun bana gösterilen on iki kişilik odasında, yemeklerini ve banyolarını da görünce, en fazla dört gün kalabilmiştim. Fetö dışındaki öğrenci evlerinde de durum çok farklı değildi. Çamaşır makinesi babamızın evinde var mıydı ki, bizim öğrenci evinde olsundu. Elimizde yıkardık çamaşırlarımızı. Haliyle acemilik de vardı. Parmaklarımızın üstü yara olurdu. Çeşit çeşit yemek yapmayı, alışverişe çıkmayı, tutumlu olmayı, bulaşık yıkamayı, günlük ve haftalık ev temizliği yapmayı, uzun uzun mektuplar yazmayı, arkadaşlığı, dostluğu, sohbeti, adabı, muhabbeti, çileyi ve gurbeti o evlerde öğrendik. Hepimiz farklı yönlere bakar gibiydik ama aslında tek yöne bakıyorduk.
O devlet yurtlarının şimdiki hali, yatakhanesi, kantini, yemekleri, banyoları, ders çalışma mekanları, spor tesisleri, atölyeleri, kursları ve temizliğiyle, adeta beş yıldızlı otel gibi. Üstelik, sürekli ilgi alaka gösteren güler yüzlü idareciler ve memurlar, öğrencilerin etraflarında pervane oluyorlar. Aynı şekilde, öğrenci evlerinin de, içerisindeki bütün eşyaların eksiksiz ve mükemmel olduğunu, ya şahsa özel ya da en fazla üç-dört kişilik olduğunu duyuyorum.
Geçmişi, şimdiki gençlere anlatmak hakikaten çok zor. "O, eskidendi." deyip kenara çekiliveriyorlar. Kusura bakmayın ama gençler, hiç kimse anasından müdür, doktor, mühendis, zengin olarak doğmadı. Evler, arabalar, bağlar, bahçeler bir gecede alınmadı. Bizim yaşadıklarımızı yaşamayın elbette. Ama israfı, tutumluluğu, sorumluluğu, tahammülü, fedakarlığı bir zahmet öğrenin. Fazla paranız olduğunda, yeni eşyalar almak yerine paylaşmayı, vermeyi bilin.
Sayın veliler! Sizlere de birkaç kelamım olacak. Evlatlarımızı okutalım, iyi meslek sahibi yapalım, biz yaşamadık onlar yaşasın derken; dünyadan, sosyal hayattan, maneviyattan, hısım akrabadan koparmayalım. Ruhsuz, duygusuz, saygısız, vicdansız, hatta muhakemesiz ve idraksiz bir nesil ortaya çıkarsa, bunun vebalinin hepimize ait olduğunu unutmayalım. Bu durumda fatura ağır olur ve zararını millet olarak iliklerimizde hissederiz. Yeter ki, iyi insanlar, hayırlı evlatlar olsunlar. Gerisi kendiliğinden gelir. Rabbim, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimize sahip çıkmak için gayret göstermeyi cümlemize nasip etsin.
Mehmet Ali ÖZTÜRK
İktisatçı-Eğitimci-Araştırmacı