Rahmetli dedem, şehre taşındığı ilk yıllarda kendi imkânlarıyla çocuklara dinî bilgiler öğretmeye gayret eden bir insandı. Biz torunları da onun ilk talebeleri olmuştuk. Hafızamda en çok yer eden günlerden biri de Perşembe günleriydi. Çünkü o gün, bizim için “ilim günüydü”.
Dedem, sağlam bir irfanla “Deli, ölü ve sabi hariç herkes namaz kılmakla yükümlüdür” derdi. Belki o zamanlar yaşımız küçüktü, ama o sözlerin ağırlığı şimdilerde daha çok yer buluyor içimizde.
Aslında bu yazının konusu dedem değil. Ama onun bizlere ezberlettiği bazı temel ifadelerin kıymetini bugün daha iyi kavrıyor, anlamaya çalışıyorum.
En çok üzerinde durduğu konulardan biri de Edille-i Şer’iyye idi. “Çocuklar, dinimizde delil dört tanedir: Kitap, Sünnet, İcmâ-i ümmet ve Kıyas-ı fukaha” derdi.
Elbette o yaşta “edille” nedir, “şer’iyye” neyi ifade eder, “icmâ” ve “kıyas” ne demektir, bilemezdik. Hatta “Kitap” ve “Sünnet”in dahi ne olduğuna dair zihnimizde net bir karşılık yoktu. Ama zamanla öğrendik ki, bu dört kaynak, İslam’da bir hüküm çıkarılırken başvurulan temel esaslardı.
İslam âlimleri herhangi bir meseleyle karşılaştıklarında önce Kur’an-ı Kerim’e başvururlar. Orada açık bir hüküm varsa, mesele kapanır. Yoksa sırayla Sünnet’e, icmâya ve kıyasa başvurulur.
Bugün “Kur’an bize yeter” diyen kardeşlerimiz var. Bu söz, ilk bakışta doğru görünse de, içeriği iyi anlaşılmadan dile getirildiğinde ciddi yanlışlara kapı aralayabilir.
Evet, elbette Kur’an-ı Kerim her şeyin temelidir. Ama hangi Müslüman, Kur’an’dan doğrudan hüküm çıkaracak ilme sahiptir? Her Müslüman müctehid mi, fakih mi? Peygamber Efendimiz (sav), İslam’a yeni girmiş bir sahabenin “Dini nasıl öğreneyim?” sorusuna “Birkaç gün bizi takip et, öğrenirsin” buyuruyor. O hâlde, sahabenin yanında bile bu iş bir takip ve yaşayarak öğrenme süreci gerektiriyorsa, bizlerin sadece ayetleri okuyarak tüm dinî hükümleri anlamamız ne kadar mümkün olabilir?
İslam tarihinde çok sayıda âlim kendi içtihatlarını ortaya koymuş, mezhep imamları da bu içtihatların halkın anlayabileceği hâle gelmesini sağlamıştır. Mezhepler birer din değil, birer yorum ve kolaylaştırıcıdır. Her biri farklı bölgelere, insanlara ve şartlara göre hüküm üretmiş, müminlerin ibadet hayatını kolaylaştırmıştır.
Mezhepler arasındaki bazı farklar, dinin özünde bir ihtilaf değil, bir zenginliktir. Bu farklara şaşırmamak, hele hele bu meseleleri ayrışma sebebi hâline getirmemek gerekir. Çünkü herkes Kur’an’dan anladığını yaşamaya kalkarsa, binlerce farklı yorum ve ihtilaf kaçınılmaz olur.
Dinimizi öğrenirken, kullandığımız kaynaklara dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Hurafelerle dolu, menkıbe ağırlıklı, ayetten çok rüyaları esas alan kitaplardan İslam öğrenilmez. Elimizde Kur’an ve sahih hadisler gibi çok sağlam kaynaklar var. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı ve güvenilir ilmihal kitapları, doğru bilgiye ulaşmak isteyen herkes için önemli rehberler sunuyor.
Ben bir ilahiyat mezunu değilim. Ama bir Müslüman olarak dinimi öğrenmek ve yaşamak benim için bir görevdir. Hiçbir bahaneyle kendimizi dinden uzak görmek doğru değildir. İman ve ibadet her yaşta, her şartta öğrenilmeye devam eder.
Bu vesileyle dedemi bir kez daha rahmetle anıyorum. O nesil, ilmiyle amel eden, gönlüyle öğreten insanlardı. Bize hem dini hem ahlakı hem de vakarı öğretmeye çalıştılar. Geride sadece hatıralarını değil, yaşantılarıyla bıraktıkları örneklikleri de miras bıraktılar.
Allah, bütün geçmişlerimizin makamını âli eylesin. Bizlere de ardımızdan hayırla anılacak işler yapmayı, örnek büyükler olmayı nasip etsin.