Dalar gideriz çok zaman. İşlerimiz, dertlerimiz, koşuşturmalarımız hiç bitmez. Kafamız sürekli bir şeylerle meşguldür. Seviniriz, üzülürüz, güleriz, ağlarız, öfkeleniriz vesselam bir şekilde telaşımız devam eder. Belki aralarda silkindiğimiz ve kendimize geldiğimiz olur. İşte o vakitlerde ;"Değer mi bunca koşuşturmaya. Dünya dediğin; çürümüş kemikler ve çaput parçalarından ibaret değil mi?" deriz. Yıllarca sıkışarak, taksit ödeyerek aldığımız arabaya, eve, eşyalara bakarız.
Onların da bizler gibi yorulduklarını, eskidiklerini, yaşlandıklarını görürüz. Her şeyin geçici olması, elimizden kayıp gitmesi bizi üzer. "Ne olacak sanki, yenisini alırız" diyerek kendimizi avutmaya çalışırız. Ancak bu sefer de, durduramadığımız zamanın bedenimizi yıprattığına şahit oluruz. Çok güçlü hallerine şahit olduğumuz büyüklerimizin yaşlılıklarındaki muhtaç durumları, unutkanlıkları, akıl hastalıkları ve çocuklaşan hayatları aklımızdan çıkmaz. Dünya gözümüzden bir kez daha düşer.
Kapımızın önünde beklettiğimiz sıfır arabamızın anahtarıyla gönlümüzü eğlendiririz. Çünkü binmeye mecalimiz kalmamıştır. Sağlığımız, yaşımız, trafiğe çıkmaya müsait değildir. Canımız her şeyi ister ama bedenimiz iflas etmiştir. "Keşke" demeye başlarız, "bu kadar dünyaya dalmasaydım, birazcık da kendime, aileme, hısım akrabama, dostlarıma, ahiretime zaman ayırsaydım, işte ömür dediğin geldi, geçti.". Bu sırada bizi yaşlandıran zaman, birilerini gençleştirmiştir. O gençler, bizleri yavaş yavaş kenara sürüklemeye başlarlar.
Bizim yaptığımız bütün işleri, kendileri yapmaya, arabalarımıza varıncaya kadar kullanmaya, beğenmedikleri eşyalarımızı, evlerimizi değiştirmeye devam ederler. Bu sırada hasbelkader iyi evlatlara sahipsek sık sık; "sen yorulma , otur, dinlen, yat, yuvarlan, bir yere gitmek istediğinde biz seni götürürüz, para lazım olduğunda iste, doktora gideceğin zaman mutlaka ara" sözlerini duyarız. Kimseye yük olmama fikri ağır basmaya başlamıştır artık. İstemesen de "ihtiyarlık" dedikleri illet gelip seni bulmuştur. Kulağının zor işitmesi, gözlerinin fersizliği, şekerin, tansiyonun, romatizmaların, beli bükülmüş halin, bir müddet çevrendekileri rahatsız eder.
Dökerek yediğin yemeklerdeki oburluğun, öksürüklerin, geceleri uyanmaların, kullandığın haplar, her şeye konuşuyor olman, herkesin dilinde dolaşmaya başlar. "Ah gençlik" dediğin zamanlar olur. Yaşıtların bir bir giderler. Her gidenin ardından; "sıra bize geldi, elden ayaktan düşmeden huzura kavuşsam ne iyi olacak, Allah'ım kimseye muhtaç etmeden canımı al" diye dua ederiz. Eşimiz hayattaysa dertleşiriz onunla. Gözümüzde o kadar kıymetlenir ki, nefesini duymak bile gönlümüzü mesrur eder. Yüce Allah'tan, eşimizle birlikte dünyadan göç etmeyi isteriz. Ancak, kaderimizde olanı değiştiremeyeceğimizi çok iyi biliriz.
Ya Rabbi, canımızı veren de alan da sensin. Geçici olarak göndermiş olduğun dünya hayatından ayrılıp, tekrar huzuruna vardığımızda alnımızı ak eyle. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, zavallı kullarından olmak istemiyoruz. Sen yardım etmezsen biz zayıfız, yanılırız, aldanırız, unuturuz, sapıtırız. Üzerimizden yardımını esirgeme Ya Rabbi. Bollukta, darlıkta, gençlikte, yaşlılıkta, hastalıkta, sağlıkta seni aklından çıkarmayan, şükreden, zikreden, fikreden ve senin istediğin gibi yaşayan kullarından olmayı nasip et.
Mehmet Ali Öztürk