Varlıklı, makamlı, güçlü, yerli, tahsilli vs. olmakla görgülü olunmuyor. Şehirde hiç yaşamadığı halde dağ başındaki çöpleri poşete doldurup götüren insanlar gördüm. Yedi kat sülalesiyle övünürken ağzındaki otun pisliğini ya da balgamını kaldırıma tükürenler gördüm. En üst makama sahip iken çok mütevazi davranan, toplum içinde normal vatandaş gibi dolaşan, aksine kıytırık bir koltuk eline geçtiğinde dahi etrafına caka satan, yukarısındakilere takla atan, altındakileri ezmeye çalışan, ulaşılamaz hale gelen karakterler gördüm. Nerde ne yapacağını, nerde oturup kalkacağını, nerde susup nerde konuşacağını bilmeyen üniversite mezunları tanırım.
Otuz-kırk yıl öncesinin en zengin insanlarının yaşadığı mütevazi hayatı, şimdinin en fakir insanları dahi gösteremiyorlar.
Herkes birbirine değer verirdi.
Hatırım için denildiğinde akan sular dururdu.
Zenginle fakirin yaşantısı birbirine çok benzerdi.
Yanında eşi olan adama, bayana, yaşlıya saygılı davranılırdı.
Yanında büyüğü olmayan bir çocuk görüldüğünde toplum tarafından takibe ve korumaya alınırdı.
Zihinsel engelliler bile itibar ve yardım görürdü.
Esnaf hile yapmayı bilmezdi.
Köşebaşı denilen âkil insanlar vardı. Kavga edenleri, anlaşamayanları uzlaştırırlar, nasihat verirlerdi.
Günahlar da, farz olanlar dışındaki ibadetler de gizliydi.
Haya vardı kadınlarda. Çoğunluk kapalıydı, açık olanlar da aşırıya kaçmaz, dikkat çekmemeye çalışırlardı. Öyle ki motosiklete binerken dahi bacakları ayırıp öndekine yaslanmamak için yan oturulurdu. Anneler, kız çocuklarının oturuş-kalkışlarını sürekli takip ederlerdi.
Kadının olduğu yerde sesler kısılır, kaba konuşulmaz, nezaket kurallarına dikkat edilirdi.
Daha o kadar çok sayacak konu var ki...
İnsanlar birdenbire görgüsüzce ve çılgınca alışveriş yapmaya, araçlara binmeye, bağırıp çağırmaya, açılıp saçılmaya, kandırmaya, dolandırmaya, sövmeye, vurup kırmaya, birbirlerini ezmeye başladılar. Sanki her şey bir anda oldu. Toplum, kıtlıktan çıkmışçasına ahlaksızlığa koşuyor. Son üç-beş yıldır burası bizim memleketimiz mi? diye sorar hale geldik.
Çok hızlı savruluyoruz. Aileler çatırdıyor. Birçok insan yaşananları çözmeye çalışıyor, şaşkın şaşkın bakmaktan, üzülmekten hatta ayak uydurmaktan başka kimsenin elinden bir şey gelmiyor.
İyiye gitmiyoruz. Gençlerimiz atalarını değil, dünyanın en pis ülkelerini takip ediyorlar, onlar gibi yaşamaya çalışıyorlar. Büyüklerin gücü yetmiyor.
İbret alma, ders çıkarma, maneviyata sarılma gibi hasletler silindi, gitti.
Allah sonumuzu hayretsin, beterinden korusun. İnşaallah titreyip kendimize gelmemiz kısa zamanda olur. Bu gidişle bir yere toslamamız an meselesi...
***************************
O gece oynanan bir tiyatroydu diyecek kadar alçalanlar..
İki yaşındaki tek çocuğunu birkaç haftalığına Hatay'daki anne-babasının yanına bırakmıştı, depremde dede, ninesiyle birlikte çocuk da vefat etmişti. Oturduğu ev yıkılmayan Kahramanmaraş'taki doktor hanım aylarca normal hayata dönemedi. Deprem gecesinde evlenenler, dünyaya yeni gelen çocuklar, misafir olarak memleket ziyareti yapanlar, otelde kalanlar, yola çıkanlar, bir gün önceden askere gidenler, işine dönenler vs. Hayatın normal akışı içerisinde her şey yaşanıyordu. Hiç kimsenin günler, saatler hatta saniyeler sonrasını bilmesi mümkün değildi. Bazıları saniyelerle kurtuldular, bazıları da saniyelerle rahmete kavuştular.
Anne-babasının, eşinin, evladının, hısım akrabasının, can dostunun, ortağının yokluklarına alışmaya çalışanlar var. Halen bir tarafları eksik, dünyaya boş gözlerle bakıyorlar. Azaları kopanlar, yarım kalanlar, ayağa kalkmaya dünyaya yeniden tutunmaya çalışıyorlar. Bu saydıklarım depremi iliklerinde hissettiler, yıkılan evlerle birlikte nelerin gittiğini çok yakından müşahade ettiler. Dolayısıyla ibret almayı bildiler. Ancak evine, yakınlarına, işine-gücüne bir şey olmayanlar maalesef imtihanda başarılı olamadılar. Ders almak şöyle dursun, daha da kudurdular. Haram-helal demeden fırsatçılık yaptılar. Şükredip kanaat sahibi olmaları gerekirken hak ettiklerinin üç-beş katı fazlasını istemeye başladılar.
Aynı durumlar 15 Temmuz'da da oldu. Şehitler, gaziler, yakınları, aylarca sokaklarda nöbet tutanlar, o geceyi ve geceleri farklı yaşadılar. Sekiz sene öncesini anlatırlarken halen gözleri yaşarıyor. Ancak televizyondan seyredenler, haberlerden okuyanlar işin ciddiyetini, acısını idrak etmekten aciz kaldılar. O gece oynanan bir tiyatroydu diyecek kadar alçalanlar dahi oldu.
Ateş düştüğü yeri yakıyormuş vesselam. Bizler insan isek o ateşin sönmesi için hep birlikte çırpınmalıyız. Yaşananlardan ders çıkarmalıyız. Hayatı daha güzel, daha helal ve daha dolu yaşamalıyız. Rabbim bir daha o günleri yaşatmasın.
Mehmet Ali ÖZTÜRK
İktisatçı-Eğitimci-Araştırmacı